Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
MaYRıT. Blogger tarafından desteklenmektedir.

Bodrum - Bdorum Kalesi

Beyazlar içinde yaşamak isteyenlerin şehri Bodrum, Halikarnas balıkçısı, Neyzen Teyfik, Zeri Müren ve onlarcası bu şehrin büyüsünden kurtulamamış. Eşsiz koyları, doğa harikalarıyla gezmelere doyamayıp giderken aklınızda kalacak yerlerden dünyaca ünlü tatil yeri BODRUM.
Şehir nufüsu 160.000 dolaylarında ve bu tatil sezonunda 600.000 civarına çıkıyormuş. 5 yıldızlı otellerinden sahil kenarı küçük harika evlere kadar her yerinde huzur kokan sokaklara sahip. Eğlence ve kafa dinlemek için ayrı gece gündüzü yaşayabilirsiniz. Gündüzleri daha çok hediyelik eşya, çarşısı gezmeyi, geceleri ise barlarında, sahilinde eğlenmek için geçiriyorsunuz. 

Bodrum'da marina ve çevresindeki kafeler, ayrı milletlerden binlerce insanın içinde kaybolup gidebilirsiniz. Denizden uzaklaşmadan ister ekmek arası, isterseniz şarabınızı yudumlayacağınız onlarca mekan var. Kendi başınıza bir bankta oturup tekneleri seyretmek farklı mekanlardan çıkan müzikleri ve insanlardan oluşuyor Bodrum.
Her sene yaz tatilinin başlamasıyla haberlere konu olan Bodrum'da şehir merkezinde ufak bir halk plajı bulunuyor ancak pek tavsiye etmiyorum. Mavinin her tonunu görmek için bir gününüzü tekne turuna ayırıp köpük partilerinde güzel bir gün geçirip her koyunda denize girmek ayrı bir eğlenceli.
Denizi dışında Bodrum kalesi ve su altı müzesi bulunmakta. Müzenin giriş fiyatı 2017 yılı içerisinde 50 tl. Yerli turistler pek tercih etmiyor bu sebeple. Müze içerisinde deniz altından çıkarılan eserler sergileniyor. Yılda bir kere tatile çıkıyorum zaten diyip para hesabı yapmıyorsanız gidin derim.
Zeki Müren'in evi de Bodrum'da. Bu evi müze haline getirip kullandığı günlük eşyaları, medya önünde giydiği kıyafetleri gibi kısacası her şeyiyle bir müze oluşturmuşlar. 5 tl gibi küçük bir ücreti var. Ulaşımı da kolay olunca gidilmesi gereken yerlerden. Ben evin içinde gezerken şahsen çok eğlendim.




 Zeki Müren maketi ve yatak odası



Gramofonundan, sehpasına kadar her şeyiyle Zeki Müren.


Gece çökmeye başladığında Kale fotoğrafları ile harika bir anı yakalayıp gece hayatı içinde kaybolmak lazım.  Gündüz bembeyaz geceleri rengarenk bu şehirle ilgili yazılacak çok şey var belki ama yiyin, gezin, yüzün, eğlenin ve tadı damağınızdayken gidin.

Geldim gördüm yenildim gittim :)



Dipnot: Sokaklarında çok sayıda heykeller bulunuyor bu heykellerin çevresinde de oturma alanları mevcut. Nereye gitsem bir başka heykel. Sanat içinde bir şehir. 

Troas - Troia Antik Kenti - Çanakkale - Truva

Çanakkale sadece yüz yıl önce başlayan bir savaş geleneğine değil adını dünyaya daha önceden duyurmuş savaşların da merkezindeydi. Truva Filmine konu olmuş efsanelerin başladığı yer olan Çanakkale stratejik bir bölgede bulunduğunu tarih bize öğretmiştir. 2. İstanbul gibi boğaza sahip olması tarihi çağlarda da hem denize sahip olmanın hem de Anadolu Coğrafyasına girişte önemli bir alana adım attığımızı anlıyoruz.


Antik şehre girerken 5 lira otopark parasıyla ve müze kartla giriş yaptım. Efes'te 10 lira otoparka para vermiştim. 5 lira zarardan kar etmişim. Adımımızı atar atmaz içeriye meşhur Truva Atını görüyoruz. Fotoğraf çekilmeyeni dövdükleri o at. Efes şehri gibi düzenli ve günümüze kalan bir yanı yok ne yazık ki. Daha çok bir harabe alana dönmüş, bazı eserler günümüze tam ulaşmış. 11 katman halinde medeniyetler üst üste eklenmiş aslında buraya. 11 medeniyetin yükseldiği, katman katman duvarların örttüğü bu alanda taş taş üstünde bırakılmamış.
 Yazımda kendi fotoğraf çekimleri dışında fotoğraflardan faydalandım çünkü stratejik alanı gören bir yerde olduğunu göstermek istedim. Tepe noktada oluşu, Truva filmindeki o savaş sahnesinin kafamda yer ettiği alan olduğuna emin oldum.

  Efesle kıyaslanamayacak kadar küçük, gösterişsiz mimarisi, küçük bir tiyatro alanı, ibadet alanları bulunuyor. 
 Mimari de işçilikleri zayıf ancak belki de sanatla uğraşacak kadar çok uzun süreli medeniyeti olmadı. Sürekli el değiştiren bir kale.


Manzarasında Şehitler Abidesini görebildiğimiz Troas boğaza yakın ve Çanakkale savaşlarında da kullanılan bir yerdi.














En çok ilgimi çeken şeylerden birisi kerpiçten örülmüş duvarların günümüze ulaşması. Mermer, taş ulaşırken gün yüzü görmüş bin yıl boyunca ama hala duran duvarları.









Şehre giriş bu taş yoldan yapılıyor. Yokuş ve taştan. Yolun yapımı oldukça nizami ve yorucu olduğundan merkeze ulaşımda biraz zorlayıcı etkenlerden. Belki de bir savaş stratejisidir.







Buradan da kafamda milyonlarca soru işaretiyle ayrılırken, daha güzel bir çalışmayla tarihi gün yüzüne çıkarırlar umarım diyerek Truvalılara selam ederek uzaklaşıyorum. Birkaç tane çektiğim fotoğrafla şehri tanıyalım o zaman..

















Truva Antik Şehrine Nasıl Gidilir?

Binlerce yıllık geçmişe sahip Troas ve Troia Antik Kenti, Çanakkale’nin Tevfikiye Köyü yakınında bulunuyor. Hisarlık adı ile bilinen bu yere ulaşmak için Çanakkale-Ezine karayolu üzerinde 30.km’de bulunan Çıplak ve Tevfikiye sapağından içeriye giriliyor. 5 km ilerledikten sonra Truva Antik Kenti’ne ulaşılıyor.





Ephesus - Efes Antik Kenti

Yıllar yıllar öncesinde geldiğim bu şehir yine karşıma çıktı ve hiç düşünmeden gidip bir Müze Kart çıkarttım 20 liraya girdim içeri. Bendeki tarih sevgisinde midir bilmem ancak Romalılardan, Selçuklulardan, Osmanlı'dan kalan ne varsa gidip görmek istiyorum. Bu listenin başında Roma'lılar geliyor kesinlikle. Belki de kendi dönemlerinde yaşayan diğer medeniyetlerden daha üstün ve gösterişli yapıları ve hayatları olduklarından. Ha bir de Spartacus  ve Rome dizilerinin etkisini de belirtmeden geçmeyeceğim. 

Helenistik, Roma, Doğu Roma, Beylikler ve Osmanlı dönemleri boyunca yaklaşık 9000 yıl kesintisiz yerleşim görmüş ve tarihinin tüm aşamalarında çok önemli bir liman kenti ve kültürel ve ticari merkez olmuştur.


İlk adımımızla birlikte sıra sıra dizilmiş sütunlarla karşılaşıyoruz. Faaliyet halinde gözüken bir kazı ve restorasyon göremedim. Kütüphaneye varınca sol tarafta bir kazı alanı dışında. Bana mı az geliyor bilmiyorum ama ülkemizde tarihi alanların çokluğu ve çalışılan alanın deniz içinde bir damla kadar buluyorum. Ne kadar tarihi eser varsa hepsi gün yüzüne çıkıp bunları müze ülke olarak tüm dünyaya sergilenmesini isterdim. Düşünsenize müze kartı olmayanı ülkeye sokmuyoruz falan :) 
Neyse gezerken burada taşlara çıkmadan, burayı benim amcam yaptı gibi pozlar vermeden sağa sola baka baka gezdim. Kalabalıktı ve çoğu gözü çekik vatandaşlardan oluşuyordu bu kalabalığın. Tarihi alanları bizim vatandaşlarımız daha az yerli turistin merak ettiğini gözlemledim. Taştan yapılı yollar, kanalizasyon sistemi, Nike tanrısı heykeli, dönemindeki dünyanın en büyük kütüphanesi, tiyatroları(büyük tiyatro 25.000 kişi kapasiteli) ,aşk evi(genel ev), ibadet alanları derken modern şehirlerde ne varsa burada da aynıları varmış. Hatta modern şehir anlayışını Romalılardan aldığımızı düşünmek yanlış olmaz. 
Harika taş işçiliği, oymacılığı, sanatın ne kadar içinden geldiğini gösteriyor yüzlerce yıl sonra bile. Mimar gibi düşünemesem de bunca zaman sonra bile bizlere kalabildiyse eserler oldukça sağlam ve özenle yapılmış. Kaç savaş, kaç çağ kapattı bu taşlar.  Buraları gezerken aynı zamanda o insanların yaşayışlarını, adım attıkları, gezdikleri, eğlendikleri, öğrendikleri yerlerin içinde  anlamaya, hissetmeye çalışıyorum.

Kendi inandıkları tanrıları taşlara oymuşlar, bunları ana binalarının üzerilerine kazımış olmaları, inanışlarına ne kadar bağlı olduklarını gösterdi. Dikkatimi çekenlerden başlıca şeylerden birisi de Meryem Ana Kilisesi yerleşimin dışında bırakılması. Kilise sonraki medeniyetlerle gelmesine karşın neden daha merkeze yapılmadığını merak ettim. Yoksa kütüphanenin merkezi olması önce eğitim sonra din mesajını mı bizlere veriyor?



Çocukken geldiğimde burada oturup resim çizen insanlara denk gelmiştim. Şimdi herkes telefonlarına sarılıp fotoğraf çekiyor tabi işin kolayı varken. Mermer yoldan tiyatroyu gezip Kilise yoluna girerken bu şehirde 200.000 kişinin yaşadığını öğrendim ve buraya gelen ziyaretçi sayısıyla bile gözüme kalabalık gelen Efes o dönemlerde küçük İstanbul gibiydi sanırım.



Küçük bir notla kapatmak istiyorum yazımı. Hediyelik eşya dükkanından mutlaka bir anı alarak gitmekte fayda var. Bir daha ne zaman gelirim bilinmez ama aklımda kalacağı kesin Ephesus'un. 

Kaleiçi - Edirne

Edirne'nin Selimiye Camii çevresinde bir duruşu varken buranın en güzel, en eski modern yerleşimi yüzlerce eski ahşap evlerden bulunan Kaleiçi. Ankara'da Beypazarı, Eskişehir Odunpazarı evleri sonradan ekleme olsa da buradaki evler orijinalliğiyle dimdik duruyor. Modern hayatın verdiği betonlaşmadan dolayı mahalledeki insanlar daha lüks semtlere yerleştiğinden ahşap evler bakımsızlıkla ve yıkılmayla karşı karşıya kalmış. Alipaşa'nın uzayan çarşısı, Saraçlar caddesinin yanıbaşında Edirne'nin kalbinde olan bu semtte yüzlerce farklı kapı, pencere, estetik evlerle hayallerin, umutların ve tarihin içinde gezebilirsiniz. Elinize bir fotoğraf makinesi alıp sokak aralarındaki kafelerde dinlenip gezebilirsiniz. Hiç sıkılmadan sokağın bir başından öbür ucunu görebilecek kadar şeffaf sokaklar. Güleryüzlü insanların yaşadığı Edirne halkı ve kendinizi güvenli hissedeceğiniz bir hayat. Daha fazla konuşmak yerine fotoğraflarla anlatmak istiyorum ne varsa. Edirne gezilerinde buradan bahsedilmez ancak yazımı okuma fırsatı olan sizler görmeden gitmeyin diyeceğim bir başka yerde burası.






Hıdır Baba Tabyaları - Merkez Askeri Hastane - Zeplin Hangarı - EDİRNE


Hıdır Baba Tabyaları adını tepe üzerinde bulunan Hıdır Baba Türbesinde alıyor. Bu bölge Edirne'nin tepe noktasında ve Balkanlara bakan bir yamaç üzerinde bulunuyor. 2015 yılından bu yana restore edilen askeri bölgenin geceleri Edirne manzarası içinde harika bir yer. İç kısımlarını gezince yeşilliğin içinde harika taştan duvarlarla simetrik odalarını görebiliyorsunuz. Karargah olarak vatan savunmasında kullanılan en stratejik yer olduğunu söylemek mümkün. Burada alınan kararların belki de 2. Balkan Savaşlarında Trakya'nın alınmasında önemli bir merkezdi.




Askeri Hastane Balkan Savaşlarında aktif olarak kullanılan ancak sadece ön girişinden küçük bir bölüm kalmış. Hastaneye ait ne yazık ki etrafta pek bir kalıntı gözükmüyor. Belki bunun başlıca sebebi çöplüğün içinde bırakılmasıdır. Çanakkale savaşında yaralı askerlerin bir kısmının da burada tedavi edildiği söylenmekte olduğunu duyunca aslında çok zaman geçmemesine rağmen tarihi binalarımızı koruyamadığımızı yine gördük. Kalan bu yapının da yıkılmasını bekliyor gibiyiz. Pis kokular ve çöplükte gezinen köpeklerin içinde fotoğraf çekmek için arabadan uzaklaşamadım bile. hastanenin önceki halini merak edip araştırdığımda ise hayretler içinde kaldım. Oldukça büyük bir alanda tam teçhizatlı bir hastane görünümü veriyor.


Zeplin Hangarı diyince çocukluğumda gördüğüm çizgi filmlerde balonlardan atılan bombaları taşıyan araç geliyordu. Evet o ki Osmanlı'nın savaşlar için yaptırdığı bir balon hangarı. Zaman şartlarında savaş uçakları yokken kullanılan bu saldırı araçları için havaalanı mantığında bir yer yapılmış. Şu an yine çöplüğün içinde kalmış, yolu olmayan bir yerde olsa da zaman şartlarında düşünülünce saldırı amaçlı bir teknolojinin olması şaşırttı beni. Zeplin kullanıldığına dair bir belge kaynak daha önce görmediğimden belki de. 

Bir başkent ki her türlü imkanları seferber edilmiş ancak tanıtımı yapılmayan, bakımı yapılmayan. Her yerinde tarih kokan bu şehir umarım gereken değeri görür. 

Sarayiçi - Edirne

Sarayiçi Edirne'nin en eski yapılarının bulunduğu bölgeleri içine alan bir yer. IV. Mehmet Av Köşkü, Er Meydanı, Adalet Kasrı, Balkan Şehitliği, İmarethane, Hamam ve yıkılmış harabe (Osmanlı Sarayı) tarihi alanları içine almış tarih Osmanlı Tarihi kokan eski başkent üssü.

Bu bölgede yaklaşık 20.000 sivil ve askerin Balkan savaşlarında esir edilerek, açlıktan şehit edildiğini, çevredeki ağaç kabuklarını kemirerek yaşama tutunmaya çalıştığını belirtmek i





sterim. Bulgar zulmünün izlerini daha büyük bir şehitlikle bölge güzelleşebilecekken, bakımsız ve küçük bir şehitliğimiz bulunmaktadır. Hatta şehitlik diğer yapıların gölgesinde kalmış, şehirde yaşayan vatandaşlardan olduğunu düşündüğüm içki şişeleri görmek insanın içini acıtıyor.

Adalet Kasrı ise kurşun kalem gibi bir mimarisi olan ve önünde bulunan iki küçük sütunun önüne verilen adli kararlar açıklanıp idam edilenlerin kelleleri sergileniyormuş. Yapının Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan'a yaptırıldığını öğrenince Edirne gibi bir başkentin mimarisi de büyük üstada kalmış.














Saray Mutfağı, mimarisi bölgedeki yapılarla beraber oldukça uyumlu gözüken bir eser.











Osmanlı Sarayı ise bakımsızlığı ve korunaksız haliyle ülkemizdeki tarihe verilen önemi bir kez daha gözler önüne seriyor. Osmanlı'nın en büyük ikinci sarayı olması rağmen özellikle Balkan Savaşlarında zarar gören Saray kendi kaderine bırakılmış. Alanı çevreleyen hiçbir önlem alınmamış ve kirliliğiyle atalarımıza saygımızı sorgulatıyor. Gönül isterdi ki bu alanda kazı çalışmalarıyla sarayın neye benzediğini çizimlerle anlatan bir sunum hazırlanabilseydi.

IV. Mehmed Av Köşkü, Er Meydanına yaklaşık 250 metre uzağında ormanlık alan içinde bulunuyor. Burada şehrin bütün stresini atabileceğiniz bir sessizlik var. Hatta ezan okunurken kulağa o kadar güzel geliyor ki bu alanın özel bir akustiği var. Tavuk ormanı diye geçen bu alanda tavuk yumurtalarını inşaatlarda kullanmak için üretim yapıldığı söylenmekte. Burada çeşitli ağaçlar ve hayvanlar da olduğunu, IV. Mehmed'in avlanmak için burada bir oda yaptırdığı görülüyor. Mutlaka burada bir çay için derim Edirne'de az bilinen güzel yerlerden.

Er Meydanı, güreş denince akla gelen ilk yer olan Edirne'nin turistik anlamda memleketin dört bir yanından turist çekmesine sebep olan yüzyıllarca devam eden organizasyon yeri. Kurtdereliler, Koca Yusuflar, Ali Taşçılar.. Ne kadar yiğit varsa tarihimizde mutlaka bu meydanda güreşmiş. Ter dökmüş. Bunu düşünmek bile Sarayiçi'nin maneviyatını yüceltiyor. 1 hafta süren şenliklerde çeşitli konserler, etkinliklerle güreşler sona eriyor.


Kısacası bu alanda Fatih Sultan Mehmet'in yüzdüğü nehiri, Kanuni'nin Adaletini, yüzyılların geleneğini yaşıyoruz. Edirne'nin gözlerden uzak ama en değerli alanını görmeden gitmeyin.


Dipnot: Sarayiçi hıdırellez, kakava ve babafingo etkinliklerinin de merkezi durumunda.






Online Ziyaretçi

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı